Aşağıdaki yazı, Yeşil Atlas Dergisi Kasım 1998
sayısında yayımlanmıştır
YENI BIR INSAN ARANIYOR....
Hayrettin KARACA
Dunyamızda artık kavramlar hızla değismekte.
Bugunku sanayilesme ve kalkınma surecinde tartısmaya acılan
ve arttırılmak istenen "insan verimliliği" kavramını da doğru
olduğuna inandığımız bir baska acıdan ele almak istiyoruz. Mavi
gezegenin ve uzerinde yasayan canlıların bugun ve gelecekte
yasamaları icin, doğal varlıkların verimliliğini sağlayamadan
insan verimliliği uzerinde tartısmak doğru mudur? Yazımızda
bu soruya cevap arayacağız...
1960'lı yıllardan bu yana insanoğlu, cevresinde
suregelen olayların etkisiyle bir olgunun farkına vardı: Eğer
uretim, tuketim ve dolayısıyla kirlenme bu duzeyde devam ederse,
mavi gezegendeki bütün canlılar icin yasam kosulları surdurulebilir
duzeyde devam etmeyecektir. Bu gerceğin yavas yavas farkedilmesinin
ardından gerekli onlemlerin alınmasını öngören bir dizi konferanslar
gerçekleştirildi. 1971 yılında sulak alanların korunması icin
yapılan Ramsar Sozlesmesi, 1972 yılında BM tarafından duzenlenen
ve 113 ulkenin katılımıyla cevre sorunlarının ilk kez esaslı
olarak ele alındığı Stockholm Toplantısı, 1973'te yapılan turleri
tehlikede olan bitki ve hayvan ticaretinin onlenmesine yonelik
CITES Washington Antlasması, bu konferansların ilk ornekleriydi.
Bu antlasmaları, Nairobi'de 1977 yılında gerceklesen Dunya Collesme
Konferansı, 1978'de yapılan Akdeniz'in kirliliğe karsı korunması
amaclı Barcelona Antlasması, 1979'da Avrupa doğal hayatını ve
yasam alanlarını koruma amacı ile turleri tehlikede olan bitki
ve hayvanların doğal ortamlarında muhafazasını ongoren Bern
Antlasması ve yine aynı yıl, soyu tukenen gocmen turlerin korunmasını
ongoren Bonn Antlasması takip etti.
1992 yılında yapılan Rio Dunya Cevre Zirvesi,
cevre problemlerinin ustesinden gelebilmek kuresel bir eylem
planı olan "Gundem 21"in ortaya cıktığı ve benimsendiği onemli
bir toplantı oldu. Bunun bir devamı olan Biyolojik Cesitliliği
Koruma Konferansı, 1994 yılında Bahama'da duzenlendi ve 170
ulke biyolojik zenginliğin korunmasına dair antlasmanın altına
imza attı.
1994 yılında BM tarafından duzenlenen "Collesmeyle
Mucadele Antlasmasını"nı 90 ulke imzaladı. Yine 1994 yılında
yapılan Dunya Nufus Konferansı'nda ise nufus artısının ve bu
artısın getirdiği problemlerin cozumune cevaplar arandı. Sehir
ve insan yerlesimlerinin sorunlarının ele alındığı "Habitat
2" adlı konferans da 1996 yılının haziran ayında Istanbul'da
gerceklesti.
Peki bu kadar kapsamlı ve yuksek katılımın
olduğu ve birbirini izleyen konferansları duzenlemekle gelinmek
istenen nokta nedir?
Bu telasın son 20 veya 30 yılda baslamasının
nedeni, insanlığın boyle hızlı bir ekonomik buyume ile refah
duzeyini yakalamak isterken denizleri, havayı, su kaynaklarını
ve butun doğal varlıkları kirleterek kullanılamaz hale getireceğinin
yeni yeni anlasılmasıydı.
Soz konusu doğal varlıkların bir daha geri
gelmemek uzere hızla dunya yuzunden silinip gittiği gerceğini
anlamamız icin, uzun arastırmalar sonucu elde edilen bazı verilere
bakmak yeterlidir.
Dunyamızda her gun 1 milyon tondan fazla zehirli atık, cevreye
atılmakta. Bunların zaman icinde nasıl temizlenecekleri ise
bir mechul. Devlet kayıtları, sadece ABD'deki kimya sektorunun
atık olarak 700 bin ton zehirli madde olusturduğunu gostermekte.
Avrupa'da da durum cok farklı değil. Orneğin sadece Norvec'te
7 bin zehirli atık bolgesi tespit edilmis durumda.
Bugun bu kapsamda zehirli atık ureten ulkerin
bu sorunu cozmek icin en cok basvurdukları yol ise su: Zehirli
atıkları, gelismekte olan ulkelere ihrac etmek. Ancak dunyanın
neresinde olursa olsun butun canlılara aynı oranda zarar verecek
olan bu atıklar, sonucta dunyada kalacaktır. .
Sanayi ulkeleri, boylelikle hem uretim surecinde butun dunyaya
ait olan doğal varlıkları tuketerek, hem de bu uretim-tuketim
sonucu meydana gelen zehirli atıkları ihrac ederek gelismekte
olan ulkeleri de kirletmekte ve o ulke canlılarının yasama hakkını
tahrip etmekteler. Bir yuzyıl once Kızılderili reisin dediği
gibi "Beyaz insan kendi copluğunde boğulacaksın" sozu, gunumuz
dunyası icin ne yazık ki gecerli olmaya basladı bile.
1950'den beri dunya ekonomisi 5 misli buyudu,
nufus da 2.5 misli (2.6 milyardan 5.6 milyara) arttı. Bu iki
unsur, dunyanın biyolojik sisteminin tasıma kapasitesini ve
her cesit atığın, bu sisteme zarar vermeden yok edilebilme imkanını
coktan asmıs durumda. .
Diğer taraftan toprakların verimsizlesmesi ve dunyanın geleceği
icin en buyuk sorunlardan biri olan collesme, tum hızıyla yayılmaya
devam etmekte. Dunya uzerindeki tarım alanlarından her yıl 24
milyon ton toprağın erozyonla suruklenip gitmesi ve bu kaybın
60 milyon hektar araziye esit olması bunun en onemli gostergesi.
Dunyanın geleceği bakımından son derece endise verici bu gercekleri,
ABD Ulusal Bilimler Akademisi ve Londra Kraliyet Akademisi,
1992'de yayımlanan bir raporda su bicimde ifade ettiler.
"Eğer dunyadaki nufus artıs hızı dusurulemez
ve ekonminin bugunku calısma duzeni, yani dunyanın temel kaynaklarının
israf seviyesinde tuketimi ve cevrenin sorumsuzca kirletilmesi,
insanların bugunku yasam tarzları(tuketim ekonomisi) değismeden
surerse, bilim ve teknolojinin gucu, cevrenin bir daha onarılamayacak
sekilde tahribinin ve dunyanın buyuk bir bolumunde meydana gelecek
aclık ve yoksulluğun onune gecmeye yetmeyecektir..."
Tum canlıların yasamlarının garantisi olan biyolojik cesitliliğimiz
de giderek buyuk bir hızla kayboluyor. Biyolojik cesitliliği
yok eden faktorlerin basında ise, yine butun canlıların sağlıklı
yasam ortamlarını olumsuz yonde etkileyen ileri derecede sanayilesme
ve yerlesimler geliyor.
Ekolojik zarara en fazla neden olan madencilik,
kerestecilik, yeni yerlesim alanlarının kurulması, karayollarının
yanlıs yapımı, ormanların ve sulak alanların hızla tukenmesinde
onemli bir rol oynuyorlar. Tekrar yerine gelmeyen bu doğal ureme
alanlarının yok olması, dunyanın biyolojik cesitliliğinin de
giderek azalmasına neden oluyor. Bilim adamları, yılda en az
50 bin canlı turunun (gunde 140 tur) bu insani girisimler sonucu
yok olmaya mahkum edildiğini hesaplamaktalar.
Gorulduğu gibi sorun, oncelikle doğal kaynakların kalkınma ve
sanayilesme sonucu tukenmesi ve kirlenmesi, dunyamız uzerinde
surekli artan nufusunartık doğal kaynakları tamamıyle tahrip
etmeye baslamasıdır. Bugunku yaygın ekonomik sistemin temel
kosulu olan uretim-tuketim mekanizmasının giderek artan bir
hızla yol aldığı dunyamızı acaba nasıl bir gelecek bekliyor?
Basta kalkınmıs ulke toplumları olmak uzere, butun toplumların
giderek artan bir hızla tuketim toplumu olmaya baslaması, butun
canlıların geleceği icin dehset verici bir tablo ortaya cıkarıyor.
Yeni kalkınma hedefleri belirlenirken doğal
varlıklardaki tahribat, sadece ureten veya kalkınan ulkelerde
olmuyor. Ilerlemis ulkerin kalkınma ve refah icin sadece kendi
doğal kaynalkarını değil, aynı zamanda geri kalmıs ulkelerin
kaynaklarını da tukettiği gerceğini de dikkate almak gerekiyor.
ABD Baskanı Yardımcısı Al Gore, yazılı bir acıklamasında bu
konuda soyle diyordu: "Bir Amerikalı cocuk doğduğunda, 30 Hintli
cocuğun dunyaya gelmesine ve yasamasına esdeğerde katı atık
uretir. Bir baska deyisle bir Amerikalı cocuk, 30 Hintli cocuk
kadar doğal kaynakları tuketir."
Doğal varlıkların paylasımı konusunda boylesine dengesizliğe
yol acan tuketim cılgınlığı, kendi icinde olusturduğu ayrı ayrı
sektorlerle zincirleme bir komplekse de donusmus durumda. Bugun,
gelismis ulkelerin urettikleri mamulleri pazarlamak icin kullandıkları
ikinci ambalaja sarfedilen para ile dunyada gıdaya muhtac 1
milyar insanın doyabileceği tahmin edilmekte.
Tuketim eğiliminin gercekten zincirleme bir
kompleks olduğuna dağir bir baska ornek ise, coğu kalkınmıs
ulkelerde yasayan insanların, ihtiyacın uzerinde aldıkları besinleri
geri vermek icin, yeniden tuketmeye baslamalarıdır. Alınan fazla
kiloları vermek icin kondusyon ve diyet merkezleri, ozel psikologlar,
sismanlar icin ozel giysiler ve alısveris mekanları ile ayrı
bir tuketim sektoru olusmus durumda. Bugun bir zevk haline gelen
tuketimi arttırmak icin icat edilen, aslında insan yasamı icin
cok gerekli olmayan her sey, tuketildiğinde hem doğal varlıklara,
hem insan sağlığına, hem de toplum psikolojisine zarar veriyor.
Giderek daha fazla tuketme yarısı, insanı adeta bir robota donusturuyor.
How Much Is Enough? (Ne Kadarı Yeterli?) adlı kitabın yazarı
Alan Thein Duming, tuketim toplumu hakkında soyle diyor:
"Ne yazık ki artık halkımızı, pazarlama reklamlarından,
ulusal markalardan ve mağaza zincirlerinden olusan bir ticari
kultur birbirine bağlıyor. Alısveris merkezleri, toplum hayatımızın
merkezi haline geldi. Tuketim, kendimizi ifade etmenin baslıca
yolu oldu ve en buyuk eğlencemiz haline geldi..."
Bu arada tuketimin doğal varlıklara verdiği
zararı en aza indirgemeye yonelik olarak bazı sanayi gruplarınca
calısmalar yapılıyor. Ancak bu yeterli duzeyde değildir. Cunku
doğal varlıkları korumak, onları yeniden kazanmaktan ve onarmaktandaha
doğrudur. Orneğin bazı yontemlerle, tuketim sonucu ortaya cıkan
atıkların yeniden kazanılması islemi olan "recycling" bir cıkar
yol sanilmakta. Ancak kirlenmenin nedeni, uretim ve enerji kullanımı
olduğuna gore, burada bir ikilem soz konusu. Orneğin kullanılmıs
kağıtları yeniden değerlendirmek ve kullanıma hazırlamak icin
yine bir uretim yapılmakta, yine enerji sarfedilmekte ve doğa
yeniden kirletilmekte.
Tuketim toplumu icin soyut anlamda uzucu gercek ise, insanlığın
en temel manevi değerleri icin bile tuketimin karmasık bir tatmin
sekline donusmesidir.
Ancak tum bunlara rağmen tuketim toplumu olmak,
insanlara mutluluk getirmedi. 1990'lı yıllarda yasayan insanlar,
ortalama olarak buyuk buyuk ebeveynlerinden dotr bucuk kat oranında
daha zenginler, ama dort bucuk kat daha mutlu değiller. Chicago
Universitesi Ulusal Gorus Arastırma Merkezi'nin anketleri, kendilerini
"cok mutlu" olarak tanımlayan Amerikalı sayısının1957'den beri
%30 civarında azaldığını ve genel tatmin seviyelerinin gercekte
dusmus olduğunu gostermekte. Gercekten de bugun tuketim toplumu
ile kisisel mutluluk arasındaki bağlantının cok zayıf olduğunu
gosteren bircok arastırma var.
Oxford Universitesi'nden Psikolog Michael Argyle'in
yaptığı arastırmalar, mutluluğun asıl belirleyicilerinin gelir
ve tuketimle tamamen iliskisiz olduğunu ortaya cıkardı. Arastırmaya
gore mutluluğun asıl belirleyicileri, aile, is ve arkadaslık
yasantısındaki tatminle bos zamanlardaki tatmin... Argyle'in
calısması ayrıca, rekabetci bir toplumda paranın tatmin kaynağının
salt zenginlik olmadığını, bu kaynağın "diğer insanlardan daha
zengin olmak" olduğunu gosterdi.
Bir baska deyisle insan mutluluğunun en onemli kaynağı olan
sosyal iliskiler, paylasım duyguları, daha da zengin olmak ve
tuketmek icin verilen caba ve telas icinde giderek yok olmaya
basladı.
Daha cok tuketme ve daha cok kalkınma yolunda
gerceklesen uretim ve tuketim sistemi, kuskusuz su, hava ve
toprak gibi tukenmez saydığımız doğal varlıkların kirletilmesine
ve kullanılamaz hale gelmesine yol acıyor. Ama dunyamızın ve
doğal varlıklarımızın tumu, bu duzeyde bir tuketim icin yeterli,
değil...
Iste bu nedenle, gelecekte dunya uzerinde refahı
sağlayacağı ifade edilen ve daha cok tuketme, kirletme anlamına
gelen "surdurulebilir kalkınma"(sustainable development) kavramının
doğru olup olmadığı yargılanmalıdır. Butun canlı yasamın dusmanı
olan daha cok uretim ve tuketim, surdurulebilir kalkınmayı sorgulamamızın
nedenidir. Cunku kalkınmanın icinde uretim ve tuketim, tuketimin
icindeyse kirletme var.
Tuketen kirletendir.
O halde surdurulebilir kalkınmanın hedef alınması yerine, "surdurulebilir
yasam"ın hedef olarak alınması gerekiyor. Amac, insanın refahı
ve mutluluğu ise bunu daha cok tuketerek, daha coğa sahip olarak
sağlamak mumkun değildir. Insanlar, tuketim seviyesini ancak
bugun yasayanlara ve gelecekte yasayacaklara pay ayıracak duzeyde
tutmalı ve bu tutumlarıyla mutlu ve huzurlu olamyı oğrenmelidirler.Butun
canlıların gelecekte yasamlarını surdurmelerininin tek garantisi
olan bu yasam anlayısı ve hedefinden yola cıkarak yeni bir "paylasma
ve yasam duzeni" aramamız gerek. Bunu sağlamak icin de hedef
"surdurulebilir yasam" olmalıdır.
Biyosfer uzerindeki tum canlıların varlığını, sağlığını korumak,
surdurulebilir yasamın kosuludur. Doğal dengeyi korumak ve yeni
bir yasam tarzına ulasmak icin mutlak surette yeni bir "paylasma
duzeni" olmalıdır.
Iste bu paylasma duzeni, yazının basında değindiğimiz
konferansların, antlasmaların dolaylı olarak varmak istediği
noktadır. Bunun gercekleseceğine dair inancımız da gun gectikce
artmaktadır.
Ama bu yeni yasam ve paylasım duzeni, bugunku devletler, onların
yonetim bicimleri bugunku yasalar ve secimler gibi olmamalı,
bugunku kurallarla yonetilmemelidir. Cunku bugunku duzene gore
medeni ve yasal saydığımız kosullarda bile, parasal veya siyasal
guce, iktidara kavusanelit tabaka, ancak kendi cıkarını koruyor.
Gercek bir paylasma duzenini anlayabilmek ve
uygulayabilmek icin insanların hur iradeleriyle mutluluk ve
huzur icinde bu duzende yer almaları gerekiyor. Tuketerek değil,
insanın hur iradesi ile hicbir baskı ve tesir altında kalmadan,tum
canlıların ve kendi turunun yasam kosullarını sağlayarak bu
dunya nimetlerini paylasabildiği bir dunya olmalı.
Insanın hur iradesi ile paylasabilmesinin tek yolu ise, daha
cok zengin olmanın, daha cok tuketmenin ve buna benzer gunumuz
eğilimlerinin insanı kurtaramayacağını kavraması ile mumkun
olabilecektir.Eğer esas olan yasamak ise ve dunya boyle gidecekse,
gelecekteki sağlıklı yasama kosullarımızı guvence altına alamayacaksak,
doğal kosullar hayatta kalmamıza izin vermeyecek kadar tukenecekse,
guce paraya ve bilgiye sahip olmak icin mucadele vermenin ne
anlamı var ki?..
Iste bu nedenlerden dolayı insanlara ornek
olması gereken hedefin surdurulebilir yasam ve yeni bir paylasım
duzeni olduğu gorusundeyiz. Bizler bunu hep birlikte aramalı
ve bulmalıyız. Bu gerceğin tum insanların bilincine yansıması,
paylasarak mutlu olabileceğimiz bilincinin butun dunya halklarına
egemen olması gerekiyor.
Yeni bir paylasma ve yasam duzenine giden umut
verici gelismeler de yok değil. Bu duzeni baslatacak olan savascılar,
yani gonullu kuruluslar, tum toplumlarda giderek daha fazla
etki sahibi oluyorlar.
Yakın tarih, biz insanlara cok onemli dersler
veriyor. Ne siyasi, ne de ekonomik rejimler toplumlara aynı
anda mıtluluk getirdi. Uygarlık adı altında ovunduğumuz ve tarihsel
surec icinde cok kanlı savaslarla elde ettiğimiz bugunku durumda
gercek anlamda insanlığa bir denge getiremedi. Sanayide gelismis
ulkelerin doğal varlıkları bu kadar hızla tuketmelerinin sonucu
olarak bugunun dunyasında insanlar arasında paylasamamanın verdiği
celismeler, butun hızıyla tarihsel surece damgasını vurmaya
devam ediyor.
Oyle ki gunumuzde insanlara, birbirlerini oldurmeleri icin(savas
sanayii), yeme icme, giyinme, barınma, eğitim ve sağlık icin
harcadıklarının cok uzerinde para harcatılıyor. "Paylasamamanın"
nedenini olusturan bu cekismeler, kavgalar hicbir sistemde değismedi,
bitmedi. Insanlık gerekli yasam kosullarına hicbir zaman ortak
ve esit oranda sahip olmanın mutluluğunu yasayamadı.
Ama artık bu kargasaya son verecek yeni barıs
arayısları baslamıs durumda. Insanları bu kargasadan ve dengesizlikten
kurtaracak olan, yeni bir paylasma duzeninin yanı sıra, yeni
bir barıs anlayısıdır. Bu yeni anlayıs sayesinde sadece insanlar
arasında değil, insan ile doğa arasında da barıs olusacak. Doğa
ile barısmamıs insan, surdurulebilir yasam idealine ulasamaz.
Doğa ile barısmanın tek yolu ise "korumak ve paylasmak"tır.
Bu barıs doğada fazlasıyla mevcuttur. Hayvan olsun, bitki olsun,
doğada yasayan her tur, diğerlerinin yok olması bir yana, var
olması icin neredeyse bir savas icindedir. Iste bu doğal denge
denilen barısın icinde insanoğlunun da yer alması gerekmektedir.
Yani insanlığın da her canlının, her turun yasaması icin bir
savas vermesi gerekmektedir.
Ancak hem biyolojik zenginliği, hem butun
doğal varlıkları korumaya yonelik yapılan sayısız konferans
ve antlasmalara rağmen, dunyamızı mutlaka bir gun copluğe cevirecek
uretim-tuketim sistemi giderek buyumektedir. Insan, kendi dahil,
butun canlıları kurban ederek bu carkı hızlandırmayı surduruyor.
Daha cok uretim, daha cok kar amacıyla hareket eden bu sistem,
uretim aracının daha az enerji ile daha az surede nasıl daha
cok ureteceğini hesaplarken, artık insan faktorunde de aynı
hesabı yapmaya basladı. Insan verimliliği, ureti-tuketim sisteminin
basarısı ve buyumesi icin, maksimim duzeyde eğitilmis, daha
kısa surede daha cok uretim sağlayan insan modeli olarak karsımıza
cıkıyor. Bu model, teknolojik diğer uretim araclarına denk fonksiyonu
tasımaya basladı. Insan, uretim verimliliğini artıran teknoloji
icinde bir arac olup cıktı. Uretim verimliliğne cevap verirken
aynı zamanda tuketim toplumunu da giderek buyuten cift islevli
bir konuma geldi. Bir baska deyisle insan, yasaması icin gerekli
olan doğal varlıkları yok eden teknik ve sistematik uretici
ve de tuketiciye donustu.
Bu durumda insanın makineden farkı nedir?..
Insan kendi kendini yok edecek sistemi var gucuyle hazırlamakta
ve kendini oldurecek silahı var gucuyle uretmekte. Bu sureci
hızlandırmak verimlilik midir?
Verimlilik, kendi yasamı ve diğer canlıların
yasamı icin mutlak surette gerekli olan unsurları yok etmek,
bir daha kullanamayacak sekilde kirletmek midir? Yoksa kendi
dahil, tum canlılara bugun yasayanlara ve gelecekte yasayacak
olanlara yetecek kadar pay ayırarak yasamak mıdır?..
Bize gore "insan verimliliği" kavramı, kendi yasam kosulları
ile beraber tum canlıların yasamına olanak sağlayacak kadar,
bugun yasayanlara ve gelecekte yasayacak olanlara yetecek kadar
pay ayırarak mutlu olabilen ve bu yasam duzenine uyum sağlayabilen
insan demektir.