|
Varlıklısından
yoksuluna, patronundan işçisine, öğrencisinden öğretmenine velhasıl
yediden yetmişe tüm Türkiye'nin vazgeçemedikleri ata yadigarı bir
tattır simit. Simit aynı zamanda Türkiye'nin ilk fast-food'u dur.
Eski zamanlarda, genelde Safranbolu ve Kastamonulular'ın
mesleği olan simitçiliğin kendisine özgü kurallarıda varmış. Bilhassa
İstanbul'da Galata, Kumkapı, Samatya ve Beylerbey'indeki fırınlar
imal ettikleri kaliteli simitlerle nam salmışlar. Bu kaliteli simitlerin
hamuru un, su, şeker, susam ve tuzla karıştırılıp yapılır; hamur mayalanınca
parçalara ayrılıp halka biçimi verilir, daha sonra da pekmezli soğuk
suya atıldıktan sonra susama batırılıp fırına verilirmiş. Eski ustalara
göre simitin kaliteli olması için piştikten sonra 22 ayar Osmanlı
altınının rengini almış olması şartmış.
|
|
Evliya Çelebi'nin ünlü "Seyahatnamesi"
nde, 16. yüzyılın ikinci yarısındaki gözlemlerinden, İstanbul'da simitçilerin
70 fırında, toplam 300 nefer olarak çalıştıklarını; bunlardan kimisinin
de bağlı oldukları fırınların çırakları olarak fırın hesabına çalıştıklarını
öğreniyoruz. Ancak, simitçilerin bir araya gelip bir cemiyet kurmaları
10 Haziran 1910 tarihinde gerçekleşmiş; simitçiler, "Ekmekçi ve Börekçiler"
adıyla kurulan cemiyetin içinde yer almışlar.
Araştırmacı Yazar Uğur Göktaş'ın belirttiğine göre,
eski İstanbul'da simitçiler günde beş posta, fırınlardan simit alır ve
her defasında değişik semtlerde satarlarmış. Gecenin karanlığı ile beraber
son postayı alan simitçiler, kalabalıkların biriktiği meydanlarda, sepetlerinin
ya da tablalarının köşelerine geçirdikleri uzun çubuklara simitlerini
takarlar, görünebilmeleri için de üstlerine küçük bir fener iliştirirlermiş.
Eskiden olduğu gibi günümüzde de sabah erkenden
kalkıp evde birşeyler atıştırmaya vakit bulamayanlar, yoldan aldıkları
sıcacık simiti yiyerek açlıklarını giderirler. Hele yanınında bir bardak
sıcak çay varsa simitin keyfine doyum olmaz. Değişen yaşam biçimiyle,
Türkiye'nin ünlü simiti ve simitçileri de ister istemez değişime uğradılar.
Yakın zamana kadar, üzerine istif edilmiş simitlerin bulunduğu açık tablayı,
başlarının üzerine koydukları içi pamukla doldurulmuş kumaştan yapılmış
küçük bir yastık üzerinde hiç düşürmeden büyük bir ustalıkla taşıyan seyyar
simitçi esnafı yavaş yavaş kaybolmaya; yerlerini belediyelerin öngördüğü
şekilde, simitlerini, üzerleri camla kaplı el arabalarında satan esnaf
almaya başlamıştır. Günümüzde simitler, her ne kadar 22 ayar Osmanlı altınının
renginde olmasa da, simit ve simitçiler kentin gündelik hayat kültürüyle
özdeşleşmiş yerlerini aynı şekilde korumaya devam etmektedir.
Turgay Tuna 6/98 Skylife
Meraklısına Sayfasına Geri Dönüş
|
|